3 senaryo...

26 Ocak 2011
Aziz vatanımda, AKP’nin uzun yıllardan sonra tekrar dillendirmeye başladığı Başkanlık sistemi projesine dair nabız yoklamaları ‘alıştıra, alıştıra, üfleye, üfleye’  devam ediyor. Madalyonun diğer yüzü, kaçınılmaz uzantısı ise  ‘eyalet istemine’ geçistir ki açılım adı altında dile getirilenlere bakıldığında bu çok daha fazlası demektir ve   Anayasa’nın değiştirilemez ilk 3 maddesini kabul eden bizler için  asla onaylanamaz bir girişimdir. Öte yandan... Kulis haberlerine bakılırsa tartışmalarla eşanlı olarak, Haziran seçimlerinin ardından aktive edilmek üzere, gerekli değişikler için hukuki alt yapı hazırlıkları da tamamlanmak üzere.
Halihazırda kitlelere padişahlık dönemi dejavuları yaşatan malumların ileriii demokrasi (!!!) adına kimi uygulamaları düşünüldüğünde ‘başkanlık sistemi’nin ‘diktatörlük’e dönüşme endişesinin de kamuoyunun artık kabusu olduğunu belirterek… Gündemdeki ilgili son açıklamalara bakalım;
 
Haberlere göre, Cumhurbaşkanı Gül Avrupa Konseyi Parlamenter Assamblesi’ne hitap etmek üzere Strasbourg’a giderken uçakta gazetecilerle yaptığı sohbette Başkanlık sistemi ile ilgili dile getirdiği sözler siyaset gündemini tekrar hareketlendirdi. Sayın Gül diyor ki, “Hepsi tartışılabilir. Ama her şey tam bilinerek talep edilirse bu konuda bir şey demem. Ama tam detayları bilinmeden şöyle böyle olsun denilirse o birazcık doğrusu...” demiş, “Sanki bir çekinceniz var?” diye sorulduğunda “Şüphesiz ki çekincem var. Ama avantajları da çok, dezavantajları da var başkanlık sisteminin...” diye konuşmuş.
Bu mesajı not olarak tutup, söz konusu projenin kaderinde ‘başka’ hangi dinamiklerin etkili olacağına göz atalım, öncelikle;
Emre Kongar Hoca’nın dediği gibi; ‘Bir yanda, evrensel, laik ve demokratik kültüre göre yetişen, ona göre yaşayan bir kitle. Öte yanda Arap kültürünün yansıttığı biçimdeki anlayışına göre yetiştirilen ve ona göre yaşayan bir başka kitle. Her iki kitle de “ötekini” kendi yaşam biçimine karşı bir tehdit olarak görüyor: Böylece Türkiye, tarihinin (hemen hemen etnik bölünmeyle aynı düzeyde olan) en tehlikeli tehdidini, bir “kültürel bölünme” tehlikesini yaşıyor. Ve artık Türkiye’de herkes ‘ne olacak?’ diye birbirine soruyor. Biz bize benzemeyen ötekine tahammülü-hoşgörüyü-kucaklaşmayı yapamaz isek ne olacak?’
Evet, kaygı verici bu sosyal, siyasi zeminde alarm veren hassas fay hatlarına bir yandan bu tür tartışmalarla yükleme yapılmaya devam edilirken, diğer yanda dış dinamiklerin Türkiye’nin yeni rolüne dair beklentilerine de bakalım;
ABD’deki Stratfor düşünce kuruluşunun sahibi, ünlü stratejist George Friedman, İran ve P5+1 ülkeleri arasında Türkiye’de başlayan müzakerelerde Ankara’nın rolünü değerlendirdi. Friedman’ın süreçle ilgili öngörüleri şöyle: “Türkiye’nin asıl sorunu İran ve ABD’yi değil İran ve Suudi Arabistan’ı yakınlaştırmak. ABD Irak’tan gitmek istiyor. Eğer bu gerçekleşirse Irak, İran’ın etkisine girecek ve S. Arabistan’a karşı ittifakın bir parçası olacak. Türkiye yapıcı bir rol oynamak istiyorsa üç adımla tarafları mutlu etmeli. Önce Amerikalıların çekilişini kolaylaştırmalı. Sonra İran’ı ülkedeki etkisini sınırlayarak da burada etkili olabileceğine ikna etmeli. Son olarak da Suudileri, Irak’ta sınırlı etkisi olan bir İran’ın kendilerini tehdit etmeyeceğine inandırmalı. Eğer ABD bölgeden çekilirse tüm bu dengeleri sağlamak Türkiye’nin görevi olacak. Türkiye bölgenin yükselen gücü ve şimdi bu gücün bedelini ödemek üzere.” (12 Ocak 2011 Milliyet)
Bu talebe, Tunus’taki son gelişmelerle birlikte yeni beklentiler de eklendi mi acaba?  Tunus’ta ‘yolsuzluklar, insan hakları ihlalleriyle sarmallanmış dikta rejimine karşı başlayan halk hareketleri emsal oluşturmaya başladı, Mısır’a sıçradı sırada Lübnan derken aynı şekilde hanedan, prensler tarafından yıllardır benzer modelle yönetilen S.Arabistan’ın da potada olduğu tartışılmaya başlandı. (…birden, Beyaz Saray Terör Uzmanı Richard A. Clarke'ın ilginç bir politik kurgusu olan Ortadoğu’da bazı ülkeleri hatta Kuzey Afrika ve S.Arabistan’ı da içine alan bölgede diktatörlerin yıkılmasıyla yerine kurulan İslamya devletini anlatanAkrep Kapısı’ isimli kitabını hatırladım… )
Bu ülkelerde olası halk hareketlerinin ardından gelecek yeni yönetim biçiminin ne olacağını ise şu anda kimse kestiremiyor. (radikal dinci grupların öne çıkması ise elbette ortak endişe olmalı, bu ayrı bir başlık…)  Kaos , kaygan zemin, devlerin tüm bölgesel planlarını alt üst eder,  o halde? Süreci  ‘lider, yükselen güç Türkiye’ üzerinden yönetmek isteyenlerin Başkanlık sistemi altında oluşacak daha rahat ! koşullarla, ‘kendilerine uyumlu tek adamla’ müttefik olmaları daha çok işlerine gelmez mi?   
ABD ya da bir başka ülkenin bu ve benzeri planlamaları ulusal menfaatlerini gözeterek yapmalarını gayet olağan. Biz sade vatandaşlar olarak dönüp  ülkemizin siyaset yapıcılarından, karar vericilerinden  yasal vatandaşlık hakkımızı kullanarak hesap sormalıyız, bizimkiler de ulusal, milli menfaatlerimize ters düşen plan ve projelere geçit vermesinler efendim, kızacağımız ağzı var dili yokcu içimizdekiler…
Ve…
İhtimal hesapları yapanlar için, bir başka köşeye geçip, farklı bir rapora bakalım;   
Amerika’daki New York Üniversitesi Küresel İlişkiler Merkezi, Türkiye’yi 2020 yılında nasıl bir siyasi ve ekonomik gelecek beklediğini ele alan araştırma yaptı ve 3 ayrı siyasi senaryo çizdi. Buna göre;
BİRİNCİ SENARYO
Bu senaryoların ilkinde Türkiye’nin liberal olmayan İslamcı ülke haline geleceği olasılığı üzerinde duruldu. Bu senaryoya göre Türkiye’de siyasete AK Parti hakim olacak, sivil özgürlükler ve basın özgürlüğü göz ardı edilecek. AK partinin gizli gündemi su yüzüne çıkacak ve AB üyelik ihtimalinin iç politikaya etkisi olmayacak. Türkiye’de siyaseti iç dinamikler belirleyecek.
İKİNCİ SENARYO
İkinci senaryo ise liberal olmayan bir laiklik anlayışı üzerine kurulu. Bu senaryoda da siyasi irade radikal laiklik yanlıları, asker ve elitin hakimiyetinde. Hükümet CHP ve MHP koalisyonundan oluşuyor, AK parti siyasi sahneden soyutlanıyor ve Türkiye’de aşırı milliyetçi duygular yükselişe geçiyor. Laik senaryoya göre de AB üyeliği ihtimali iç politikada olumlu bir rol oynamıyor.
SON SENARYO
CGA tarafından üretilen son senaryo ise Türkiye’yi çoğulcu bir demokrasinin beklediği üzerine kurulu. Bu sonuncu senaryoya göre Türk demokrasisi güçleniyor, partiler arası üst düzey bir rekabet görülüyor. CHP kendini yeniliyor. Sivil toplum aktif ve AB üyeliği ihtimali az da olsa olumlu bir dış etken olarak belirtiliyor.

Eveet, AKP vitrininden yükselen ‘Başkanlık sistemi’ tartışmaları kadayıfının ! üzerine kaymak !! olarak şimdi de birinci senaryoyu ilave ediniz… (elbette bu arada aşırı milliyetçi duyguların yükselme ihtimali de kabustur)
Ötesine dair yorumu da size bıraktım efendim…