Korku kültürü

Sıkıcı, miyop gündemin siyah beyaz hallerinden yine bu-nal-dım... Aylardır ‘başımızı bir sopaya dayadık, o sopanın çapının belirlediği dairesel alanda, kendi ayak izlerimiz üzerinde tur atıp duruyoruz. Ufuk çizgisi bu durumda nasıl yakalanır, imkansııız.

Ufukta neler var;

 

Nobelli ekonomistler, mesela Joseph Stiglitz, ‘dünya ABD merkezli büyük bir ekonomik buhrana hazırlansın, eli kulağında, krize az kaldı, tedbir alın’ diye bas bas bağrıyor, etrafımızda
sınırlar, haritalar değişiyor... Bu arada biz de içeride hâlâ ‘yaşadığımız gezegen öküzün boynuzları üzerinde mi yoksa...’yı tartışıyoruz.


Yukarıdan aşağı, soldan sağa, sağdan sola veya nereden nereye okursanız okuyun fark etmiyor, hep aynı tekrarlarla çıkmaz sokaklarda patinaj yapılıyor...


Olaylar, soğukkanlılıkla algılanıp, tarafsızca da yorumlanmasıyla anlam kazanır, şu anda kısır gündemde sadece olaylar var, algı ve de akıl firarda.
Kalıp algılara ilaveten kitleler bir de ‘korku, korkutma kültürü’ ile harman yapılmaya zorlanınca... Bakınız içinde bulunduğumuz ortamın son hallerine...


Şimdi, korku-korkutma kültürü tanımını biraz açalım izninizle...

Profesör Doğan Cüceloğlu sayısız kitap ve makalesi olan değerli bir psikolog.

Sayın Cüceloğlu’nun yaşadığımız sürece dair son derece önemli tespitleri içeren ‘Korku Kültürü’ isimli kitabını ‘acilen’ okumanızı tavsiye ederim...

Doğan beyin geçenlerde yaptığı röportajdan kısa bir bölüm sunarak, korku kültürü tanımını detaylandıralım, diyor ki Doğan Bey;

‘Aslında hep korkutularak yönetilmiş Türkiye. Türk politika tarihinde korku kültürü dışında başka bir akım olmamış. Avrupa’nın yaşadığı aydınlanma, birey olma hakkı mücadelesi olmamış.

İşte Atatürk, devrimleriyle bunu yapmaya çalışmış.

Fakat korku kültüründe yetişmiş insanlar onu da iki kampa ayrılmış, hangisi güçlü olacak mücadelesi yapıyor. İki tarafın da anlaştığı temel değerler nedir konusunda bir araştırma içerisine girmiş değiliz. Herkes endişeli, kaygı içinde ve mutsuz.

Gerçeğe saygı bir değer olarak yaşanmıyorsa o zaman benim çok dikkat etmem gereken şeyler var.
Ailem var, işim var, düzenim var. Yaşamımı devam ettirmek için benim ya çok
güçlü olmam lazım ya da çok güçlü bir ekibin parçası olmam lazım. Bütün mücadele
böyle dönüyor şimdi Türkiye’de. Karşı tarafın hakları diğerinin umurunda değil, zerre ilgilendirmiyor.

Diğerinin gözüyle bakayım diye kimse demiyor.
Çünkü bakarsa gücünü kaybediverir. O yüzden herkes yüzde 100 haklı olduğunu iddia ediyor. O yüzden de diyalog imkanı ortadan kalkıyor. Diyalog imkanının olabilmesi için herkesin ‘Arkadaş sen de ben de farklı bakıyoruz ama müşterek bir gayemiz var’ diyebilmesi lazım. Müşterek kabul ettiğimiz kriterler olması
lazım. Bu kriterler yok. O yüzden ben sana baktığımda acaba hangi taraftan diyorum. Sana da sormuyorum, güvenim yok, alttan alttan anlamaya çalışıyorum.


‘Bir toplumda ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ diye soruluyorsa o toplumda güçlü güçsüz ilişkisi vardır! Korku kültüründe insanların ilk karşılaştıklarında akıllarından geçen şudur: Şimdi burada kimin borusu ötecek. O yüzden kolay kolay gülümsemezler, başka tarafa bakarak el sıkarlar.

Yani diyor ki: Yersen, burada baba benim. Böyle durumlarda ben kendimi nasıl tanıtacağım.
Mutlaka mevkimi söyleyeceğim, kıdem listesi yapacağım sana güçlü olduğumu
göstermek için.

Çingeneler kavga ettiğinde bende bu var diye sende ne var diye
atışırlarmış ya? Bizdekinin aynı. Korku kültüründe eşit ilişki yoktur, kim daha
güçlü, kim daha üstün ilişkisi var.’

Burada ara veriyorum, artık kitabı okumalısınız efendim..

Bu genel çerçevede yine birileri toplumu Türk politika tarihindeki -eski akımlarla- kendi gibi düşünmeyeni korkutup yönetme gayretlerine devam ediyor...

Vatandaş ise endişeli, ekonomik sıkıntı içinde ve de mutsuz olsa da...

O MALUM sahnedekileri dikkatle izlemeye devam ediyor.

 

Bu makalem 11 Nisan 2008 tarihinde Akşam Gazetesinde yayınlanmıştır.