Hayır, siz endişeli değilsiniz

 

17 ŞUBAT 2011

Sıcak gündeme baktığımızda en önde ne/neler görüyoruz?

 

Benim gördüğüm; ‘iktidara muhalif  olan hemen hemen herkesi susturmaya çalışan malum birileri ile  diğer yanda da akordsuz sesler çıkaran kalabalıklar…’

Özellikle bu ‘kalabalıklar’ tanımının altını çizmek istiyorum.

Şu anda, haksızlıklara, hukuksuzluklara muhalif  ‘kitlesel bir duruş’ yok, yok, yok.

 

Sadece muhalif kalabalıklarımız var efendim.

Peki kalabalık ile kitle arasındaki fark nedir?

 

 

(amacım asla size bir şey öğretmek değil, haddim olmaz ey herşeyi çok iyi bilen okur, ben sadece zaten bildiklerinizi bir daha bir daha hatırlatmaya çalışıyorum)   

Kalabalıkları; geçici olarak, istenmeyen bir durum, ortak endişe karşısında, rastgele bir araya gelen gruplar olarak tanımlayabiliriz.

Kitle ise belirli bir mesajı, stratejisi, hedefi olan dinamik güçtür…

 

Kitle, kollektif ruhu temsil eder.

Kitleye dönüşmeyen kalabalıkların  yaptırım gücü yoktur.

Bu nedenle de Türkiye’de,  iktidar partisinin antidemokratik uygulamalarına, baskılara gösterilen (yasal) tepkiler sadece kalabalıkların tepkisi ile sınırlı kaldığı, (siyasal görüşleri her ne olursa olsun, antidemokratik uygulamalara karşı ortak duruşa) kitlesel bir harekete dönüşemediği için, şikayet edilen AKP uygulamaları artan hızla devam ediyor. Haziran seçimlerinden sonra da (şayet kalabalıklar sandığa giden süreçte) kitleye dönüşemez ise seçim sonrasında….. (noktaları siz doldurun efendim)

Kalabalıkları kitleselleştiremeyen, kollektif ruh etrafında toplanmasına engel olan faktörlerin başında ;  ‘endişe’ halinin henüz ‘bireysel’ sınırlar içinde kısır döngüsünü sürdürmesi yer alıyor.

Daha da açıkçası ‘rejimin, uniter yapının üzerindeki tehdit algısının yoğunluğu,  hukukun deforme olması, yolsuzluk iddiaları, laik düzenin dindar toplumun yaşam biçimine göre dönüştürülme gayretinden duyulan endişe,  demek ki hala vatandaşın ‘ortak endişesi’ değil…   

Sadece ‘kalabalıkların geçici tepkilerine’ şahit oluyoruz.

Ya da umut etmeye devam ediyoruz ki ‘umut bir strateji değildir, tavır gösterin.’ Obama bu sloganla seçimi kazandı …

Kabul edin, etmeyin, şu andaki ahvalimizin gerçek fotoğrafı bu.

Somutlaştıralım;

İktidara, çarpıklıklara muhalif görüşü ile bilinen birkaç gazeteci ‘daha’ gözaltına alındı, kalabalıklar netten birbirlerine protesto mesajları atıp, vatandaşlık vazifelerini tamamlamanın gönül rahatlığı içinde izlemeye devam ediyorlar, protestolarını ‘yasal haklarını kullanarak’ kitleselleştiremiyorlar, kitle partilerimizde çözüm üretemiyor. dolayısıyla da protesto konusu  belirli bir periodla tekrarlanmaya devam ediyor, kalabalıkların sanal tepkisi azalınca, muhalif görüşe sahip gazeteciler ve diğerleri yine toplanmaya devam ediyor.

Yolsuzluk iddiaları dosya dosya kamuoyuna sunuluyor ama  hukuki aşamanın hızlanıp, soruşturmanın tamamlanması mümkün olmuyor (bknz Deniz Feneri dosyası vb gibi) yine aynı neden, tepkili, madur kalabalıklar kollektif ruh ile toplanamayıp, milletvekillerine,  yetkili birimlere yasal haklarını kullanıp baskı yapamadıkları için, sonuç alınamıyor, değişim gerçekleşmiyor.

Unutmayınız ki Mısır’da sonuç alanlar, sıradan kalabalıklar değil kitleselleşen güçtür bu nedenle zaten halk hareketi deniliyor.

 

Bizim kalabalıklar ise sadece birkaç köşeyazarını okuyarak devrim! yapmayı hayal ediyor!

Gündeme bakmaya devam edelim;

Türk ordusundaki generallerin yüzde bilmem kaçı (oranın ne olduğu  önemli mi? Yüzde 10’u, yüzde 30’u, sayı, yüzde neyi değiştirecek ki bu oran yakın zamanda hızla değişeceğe benziyormuş, birileri öyle diyor!) tutuklanıyor ki tutuklama asla amaç olmamalı, tutukluluk süresi cezaya dönüşemez, suçu ispatlanana kadar herkes masumdur ilkesi unutuluyor…(Hukuk, suçlamalarla ilgili gerçeği elbette ortaya çıkarır ama bu sürede amaç tutukluluk olmamalı)  

Kalabalıklar yine okuduğu birkaç köşe yazarı üzerinden cepteki kelime ile birbirlerine yakınmaya devam ediyorlar.

Şimdi bana, ‘ Eleştirmeyi bırak, öneri getir’ diyebilirsiniz, peki, ‘1 milyon imza toplayıp Meclis’e, Başbakan’a, Cumhurbaşkanlığına ve de  uluslararası insan hakları derneklerine, uluslararası sivil toplum örgütlerine  1 milyon imza  ile tepkinizi sunun’ bakalım,  sonuç alınır mı alınmaz mı ? Kim yapacak bu imza kampanyasını, sivil toplum örgütlerini de pasifize ettiler diyebilirsiniz… Peki ama yasal haklarınızı kullanıp çare üretmek üzere başka neler yapılabilir diye düşünüyor musunuz?

Ya da A parti böyle bir kampanya başlatsa, ‘ama onlar benim oy verdiğim parti değil ya da imza attığım için başıma bir iş gelir ’ şeklinde ‘bireysel endişe’ taşımadan ortak duruş sergiler misiniz?!

 

Unutmayın tepkisiyle takdir toplayan Mısır halkı da aslında sizin/bizim gibi çoğunluğu ‘şehirlerde yaşayan,  18-40 yaş arasında, okuma yazma oranı yüzde 93 olan profile’ sahipti, Aziz Nesin’in tarifindeki profil değildi onlar. (ki bu tarifi de asla onaylamıyor, beğenmiyorum, kimseye aptal diyemezsiniz…)

Mısırlıların sosyopolitik yapısal özellikleri, profili şu anda Türkiyede madur edilen profile çoook benziyor. Pardon Türkiyedeki madurlar, Mısır’ın 2 ay önceki haline çok benziyor!Yeteri kadar açık oldum sanırım…    

Aklıma gelen bir örneği daha paylaşalım, geçtiğimiz günlerde İngiltere’de, Başbakan’ın danışmanının adı ‘telekulak skandalına’ karıştı, kamuoyu gayet bilinçli bir baskı grubu oluşturdu ve Başbakan kadrosundaki bu önemli isim görevden uzaklaştırdı, yargılanmasına başlandı, ABD, Japonya, Fransa’dan binlerce emsal ekleyebiliriz.

Önerimlerim sadece yasal vatandaşlık haklarımızı belirli bir bilinçle aktive etmekle sınırlı ki olması gereken de bu kadar.

Sözü bağlayalım;

Politikpskiyatrinin gerçekleri, dilimize doladığımız son günlerin emsal  toplumlarında yaşananlar gösteriyor ki; vatandaşlık haklarınızı kullanıp kitlesel tepki verme aşamasına gelebilmeniz adına, henüz toplumsal gerçekler! sizi yeteri kadar endişelendirmiyor ey izleyici okur.

En son sizin kapınız çalındığında da zaten artık endişe duymanıza gerek kalmayacak!

Dost acı söyler.

(Kapısı 3 yıl önce çalındığında çoğunuzun geçmiş olsun demek gereğini dahi duymadığınız bu dostunuz, bilinçli bir vatandaş ve de mesleğine aşık, bağımsız bir gazeteci olarak… Bireysel acısını kendine saklayıp, ülkesi adına duyduğu endişeler ile.. Buza da olsa… Yazmaya devam edecek efendim…)