Üşüyoruz, Kuşçubaşı Eşref Bey...

Atatürk’ün önderliğindeki Milli Mücadele’yi başlatan kadronun yer aldığı Teşkilat-ı Mahsusa’nın en öndeki isimlerinden olan Kuşçubaşı Eşref Bey, anlayışı, tarzı, düşünceleriyle benim kahramanlarımdandır ki O’na olan ‘aşkımı’ bu sütunlarda defalarca kaleme aldım. Geçen gün bir arkadaşım göndermiş, değerli yazar Ahmet Özcan, ‘Kuşçubaşı Eşref Bey’e içini dökmüş, bir mektup yazmış. Okudum ve hemen sevdiğim dostlara gönderdim ama bazı dostlarımdan öyle bir fırça yedim ki ‘bu ne kışkırtıcı mektup’ diye beni ciddi ciddi azarladılar, onları çok sevdiğim için sözleri yüreğimi paramparça yaptı, içimdeki yetim/öksüz çocuk kaç gündür sessiz sessiz ağlıyor. Aslında, onlarla ‘fikirlerimizin de anlayışımızın da’ aynı oldugundan da hiç kuşkum yok, farklı olan ‘heyecanlarımız’ belki de...



Evet, şimdi de O mektubu (çok uzun kısaltmak zorunda kalarak) siz kıymetlim okurla paylaşmak istiyorum efendim, sizlerle de fikirlerimizin olmasa da ‘anlayışlarımızın’ ortak oldugu umuduyla;

‘Muhterem Kuşçubaşı Eşref Bey;

Bugün... Topraklarımızda yine düşman çizmeleri, yine işbirlikçi hainler, aramızda yine mandacılar ve göklerimizde yine anlaşılmaz bir sessizlik var. Üstelik bu kez düşman geçmişten ders çıkartarak gelmeden önce bizim bütün potansiyel direnç noktalarımızı, anti-emperyalist solu, onurlu ve bağımsız İslamcılığı, samimi ve gerçek milliyetçiliği budadı .

Bu iş için elinde yeteri kadar ‘güvenlik üreticisi’ ajan, millet düşmanı bürokrat ve dolarla, euroyla beslenen aydın kılıklı soysuzlar var.

Eşref Bey, Osmanlı yıkıldı ve gitti biliyorduk. Bugün anlıyoruz ki, yıkım hâlâ devam ediyor .

İngilizler o zaman cihat fetvasına karşı sömürgelerindeki halklara ‘halifeyi esir almış bir avuç dinsiz İttihatçının zorba idaresinden sizi kurtarıp medeni milletler gibi yaşatacağız’ diye karşı propaganda yapıyorlardı.

Şimdi biraz daha rafine bir dil kullanıyorlar;

Müslüman demokratik model diyorlar, muhafazakâr demokrat, modern Müslümanlık, dinlerarası diyalog, çağdaş değerlerle barışık ılımlı İslam!

‘Büyük adam’! olmak isteyen, büyük adamlarla oturup kalkmak isteyen, hayatları boyu gizlice öykündükleri oligarşiyi büyük adamlar zanneden narsistik şişinme içindeki ayak takımımız da bu yavelerden kendine ekmek çıkarmaya uğraşıyor.

Oysa her akil kişi biliyor ki, tıpkı Şerif Hüseyin gibi, tıpkı Mısır’ın, Irak’ın, Suriye’nin işbirlikçileri gibi, tıpkı Damat Ferit gibi, bugünkü bütün Amerikancıların da Irak operasyonu ve BOP bitince dolacak bir kullanım süreleri var.

Sevgili Kuşçubaşı,

Sonuçta bölgede, senin ifadenle; “.. Ahalinin çoğu hareketsiz kaldı. Ne bizden ne de İngilizlerden yana oldu. Hepsi hangi tarafın kazandığını görmek için bekliyordu. Maalesef biz İngilizlerden fazla kaybettik.. Eğer Araplar bizim için dövüşmeyecekse, İngilizlere pek hayırları dokunmamasını temin etmek Teşkilat-ı Mahsusa’nın vazifesiydi.”

Yine Süveyş’e hareket sırasında Kürtlerden oluşan birliklerin komutanı Hilmi Musallimi şöyle diyor: “Doğu Anadolu’dan gelen Kürt müfrezeleri en azından Sina’da güvenilirliklerini gösterdiler. Ama Irak’tan gelen pek çok Kürt 1916 yılında firar edip İngilizlere katıldı ve daha sonra Hicaz’da Şerif Hüseyin için savaştı. “

Dünya böyledir işte, yenilmeyeceksin, yenilebileceğini hiçbir zaman hissettirmeyeceksin. Aksi halde ne ortak tarih, ne kader duygusu, ne de din, ihaneti engellemeye yetmiyor.

Tabii ki son tahlilde kendine, yani asıl gücüne ve inancına dayanarak kavgaya girmek gerekiyor.

Üşüyoruz, Kuşçubaşı Eşref Bey, üşüyoruz;

Zemheriden, ayazdan, borandan değil, bizi biz yapan o ateş-i suzan söndüğü için, o meftun ve rindane ruhumuzu yitirdiğimiz için üşüyoruz.

Bize yine o ateşten lazım, sizin ateşten.

Siz ki, haysiyeti ölüme katık yapar, edeb’i elinize, belinize, dilinize sarardınız.

Sana, sizlere selam olsun.

Türkmen Ali’ye,

Kürt Abdurrahman’a,

Çerkez Reşit’e,

Arap Hilmi’ye,

Arnavut Selim’e,

Ohri’li Eyüb’e,

Trabzonlu Kemal’e,

Giritli Mehmet’e,

Kırımlı İbrahim’e çok selam.

Sizleri unutturanlar için de sizden özür diliyorum. Allah’ın rahmeti üzerinizden eksik olmasın.

Hoşçakalın.

'Güler Kömürcü tarafından yazılan bu makale,14.12.2007 günü yayınlanan Akşam Gazetesindeki köşe yazısıdır.'