Türkiye’nin kasvetli gündeminde, araya sımsıcak ve de cazibeli bir manzara.. Seyahat notlarım

Dünya mirası, Albi

 

7 Mart 2019

Ölmeden önce görmeniz gereken yerler listesi yaptınız mı? Ben yaptım, en az 3 bin şehir, kasaba, köy daha var, hayır espri değil, ciddiyim, üstelik yarın daha başka nereleri de listeme eklerim, o da belli değil! Seyahat etmek, ileriye ya da geriye doğru, zaman tünelinde adımlayabilmek, yeni yerler görmek, tarihe ait yeni bilgilerle donanabilmek, eski taşlara, o heybetli yapılara dokunabilmek ve elbette yolda olmak tarifi imkânsız mutluluk, adeta tutku benim için. Zihninizde nereye kadar gidebiliyorsanız gerçekten de oralara gidebilirsiniz. Ölmeden önce muhakkak görmeniz gereken yerler listenizin ilk sıralarında da Fransa’da, Ortaçağ ve Rönesans arasında inşa edilen, görkemli şatoları, muhteşem evleri, sokaklarıyla tarihi ve mimari dokusunu aynen koruyan kale şehirleri, kasabalarının başındaki Carcassonne, Albi (Albi-Ville) ve Montsegur (the Chateau de Montsegur) ile Lori Vadisi (loire valley chateaux)  yer almalı...

Elbette seyahat tercihlerimizin aynı frekansta olduğunu düşünenlere bu önerilerim (cevabınızın evet olduğunu farz ederek, devam) 

Uzun süre hayalini kurup, aylarca hakkında araştırmalar yaptıktan sonra nihayet Carcassonne’a Ekim 2017’de gittim. Kısa seyahat notlarım web sitemde mevcut (bknz yazımın sonuna: 1)

Ve  25 Şubat- 4 Mart (2019) arasında yaptığım Güney Fransa  Occitanie bölgesi seyahatimde de UNESCO tarafından Dünya Mirası ilan edilen, görkemli kent Albi-Ville ile nihayet tanışabildik.

 

Albi’ye gitmek için (ve de Carcassonne’a) önce Toulouse’a uçmanızı öneririm. Güneş ile oynaşan pembe şehir La Ville Rose olarak bilinen Toulouse, La Garonne nehrini göğsünde besleyen Fransa’nın 4.büyük şehri. Occitane bölgesinde (İspanya-Katalanya gibi) 2 dil konuşuluyor, bu nedenle bölgede sokak tabelaları Fransızca ve Occitane dili ile 2 dil yazılıyor.

 

Toulouse, Marsilya gibi Kuzey Afrika’dan özellikle de Tunus, Cezayir, Libya ve Fas’tan müthiş göç almış. Marsilya ve göç başlıklı analizlerim, gözlemlerimi de web sitemde bulabilirsiniz (bknz yazımın sonuna: 2) Marsilya ile kıyasladığınızda Toulouse’daki Arap nüfusu sisteme daha entegre olmuşa benziyor. Toulouse geneli düzenli, temiz ve de özellikle İstanbul’un Nişantaşı, Bağdat caddesi vb semtleri ile kıyaslandığında, restoranlarında ödediğiniz hesap oldukça da az, bütçenizi hiç sarsmadan müthiş leziz Fransız mutfağı, şarapları, peynirlerini tatmanız mümkün.

 

Toulouse’dan tren ( SNCF ) ile yaklaşık 1 saatte Carcassone’a ve 1.30 saat civarında da Albi’e ulaşabilirsiniz.

 

Ben, sabah 8.30’da trenden inip Albi’ye adım attığımda adeta ergen kızların flörtleriyle ilk buluşması gibi heyecanlandımJ Zihnimde gittiğim yere gelebildim işte!

UNESCO Dünya Mirası listesindeki Albi’de şık bir cafede, muhteşem kokan leziz bir espresso ve kruvasan ile güne başladım ve de  Şubat ayında 23 derece hava, daha ne olsun?! (Azıcık daha detay; bir espresso fiyatı 1.20 Euro, İstanbul’da bizim semtte Teşvikiye’deki cafede ise 1 kahve 30 tl civarı. Dünya mirası bir kentte adeta zaman tünelinde adımlarken içtiğiniz kahvenin bedeli, diğer yanda yere tüküren, bağrış çağrış toz toprak içindeki yollarının üzerine atılmış masalarda, servis ve lezzetten ziyade ‘ay ben de oradaydım şekerim’ciler ile başbaşa, tadı aroması kıyaslanamayacak bir fincana ödediğiniz paranın üçte birinden de az )

 

Bu bölge şarapları ve peynirleriyle de dünyaca ünlü. Albi’ye en az 3-4 gün ayırıp çevre köyleri de ziyaret etmenizi öneririm. Bölgenin geleneksel Albigens yemekleri genellikle etli, menüde Güneybatı Fransa’nın çoğunda olduğu gibi ördek ve kaz bulunuyor, tatlılara hiç girmeyeyim şimdi yazarken bile aklımı alıyorlarJ Bu kısa gastronomi notundan sonra asıl konumuza, tarih, sanatın izlerine gelelim...

 

 Tarn nehrinin kenti Albi, büyük bir Katedralin etrafına inşa edilmiş, La Ville Eouge  ‘’Kırmızı şehir’’ ismini  veren Languedoc’a  özgü kırmızı tuğlalardan yapılmış. Kentin öncelikle 2 önemli yapısı Palais de la Berbie ve Katedral’den nehrin, köprülerin, çevrenin manzarası büyüleyici...  13.yy da yapılan katedral, Albigensian Haçlı seferleri esnasında yapılmış , haçlı seferlerinin adeta üssü olmuş. Bina Katolik kilisenin otoritesini ifade ediyor gibi, el yapımı özel tuğlalarla inşa edilen yapı mimarisiyle oldukça heybetli görünüyor, iç mekan ise başta İtalyan Rönesans freskleri, kelimenin tam anlamıyla çarpıcı.

 

 Yüzyılların tüm izlerini Albi’nin muhteşem sokaklarında, binalarında hatta soluk aldığınız havada yakalayabiliyorsunuz. Müzeler, tarihi eserlerin yanı sıra cafeleri, çok şık bistroları ile de eski şehrin sokakları görülmeye değer.

 Müze demiş iken... Musee Toulouse-Lautrec müzesi için en az 7-8 saatinizi ayırmanız gerekir. İsmini şayet duymadı iseniz Henri de Toulouse-Lautrec ‘in çalışmalarına çoğunuzun rastladığına da eminim (lütfen google amca da kısa bir araştırma yapın, özellikle Moulin Rouge posterlerinden hemen hatırlayacaksınız)  Albi’nin ortaçağ Sarayı De la Berbie’nin (piskoposluk sarayı) içinde yer alan müzede Pierre Bonnard, Henri Matisse gibi önemli ressamların koleksiyonları da yer alıyor... Müze çıkışında Tarn’ın muhteşem tarihi köprülerini (Pont Vieux, 11.yy da yapılmış, hala Fransa’nın kullanılan en eski köprülerinden) görebileceğiniz, harika manzarası ile Albi’yi farklı kareler ile fotoğraflayabileceğiniz çiçek bahçelerini de gezmelisiniz.

Albi’nin cazibesini detaylı yazabilmem için sadece bu makale yetmez, belki kitap!..

Siz en iyisi gidin ve kendiniz keşfedin.

Sahi siz en son ne zaman yeni bir kent, kasaba ile tanıştınız? Duyamadım!

Türkiye’nin kasvetli, ağır ağdalı gündeminde araya sımsıcak manzara notlarına devam edeceğiz... Liste uzun. 

 

 

 

 

 

  • Twitter :   @gulerkomurcu